İnsan
vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak
istersiniz; muhabbetinden keyif ve feyiz alır, ilham bulur, farkında
bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk
değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak,
rüzgârda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer
renklenir. Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz.
Gene görmek istersiniz o kişiyi, ilk fırsatta yeniden buluşmak.
Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir
saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan. Uçsuz bucaksız bir denizdir
kıyılarına varılmayan. O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu
dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliği
arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyyal
pervane gibi etrafında incecik çemberler çizersiniz. Dostlukla,
hayranlıkla...
İnsan vardır, kem bakar, ağılı konuşur, habire
şikâyet yahut hakaret veya dedikodu halindedir; karalamayı sever,
başkasına leke çalmaktan kendine payeler biçer; kimseyi beğenmez,
kendinden gayri; hiçbir yeniliği, farklılığı tasvip etmez; ayaklı sirke
küpü, diken diken her sözü; dudaklarının ve gözlerinin etrafında
senelerdir surat asmaktan, fesat bakmaktan oluşmuş çizgiler taşır lakin
bilmez; köşe bucak kaçmak istersiniz böylesinin gölgesinden bile.
Ne var ki bazen o insan patronunuzdur. Ya da öğretmeniniz. Kapı
komşunuzdur veya çalışma arkadaşınız yahut ağabeyiniz. Hemen her gün
görmek zorunda kaldığınız biridir. Belki de babanız ya da
kayınvalideniz. Belki biricik eşiniz. Vaktiyle ne çok severek
evlendiğiniz ama zamanla kalben, zihnen, ruhen ayrı düştüğünüz; gene de
bir türlü yüzleşemediğiniz, dürüstçe eleştirmediğiniz... Tavsamaya yüz
tutmuş bir ateş gibi kendi kendine tüten bir ilişki. Ne uzaklaşabilir ne
katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten
vazgeçebilirsiniz.
Derken ondaki irin usul usul size de
sirayet eder. Damla damla akar ruhunuza. Kangrendir ya olumsuz enerji,
hızla yayılır, sinsice; bir sağlam uzuvdan bir başkasına sıçrar, bir
insandan berikine. Bir de bakarsınız ki aynen onun gibi konuşmakta, onun
gibi meselelere yaklaşmaktasınız. İçinizde neşe kalmamış, solmuş gitmiş
o terütaze bahar. Bir kuru ayaza kesmiş benliğiniz.
Siz de
tıpkı onun gibi şikâyet halindesiniz, yüzünüzde benzer çizgiler. Merak
edersiniz: “Ben ne vakit böyle oldum. Hangi dönemeçte yitirdim inancımı,
iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim
aşktan ve aşkı aramaktan? İçsel yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten?
Büyümekten? Sahi ne zaman?”
Hiç düşünür müyüz etrafımızdaki,
en yakınımızdaki insanların enerjisi bizi nasıl etkiliyor? Günbegün,
aybeay, senebesene... Yahut tersine çevirelim soruyu: Bizdeki
olumsuzluklar acaba onları nasıl etkiliyor? Sevdiklerimize verdiğimiz
zararın bilincinde miyiz? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek
benliğimizde. Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek
içimize. Oradaki yanlışları, lüzumsuz hırsları, kabuk tutmuş yaraları,
tamahkârlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek.
Bir tabela
assak: “Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat
halindeyim, yenileniyorum...” Köhne binalar bile gençleşirken, kurumuş
otlar bile tazelenirken, gerekli özen ve emekle şu hayatta her şey
yenilenirken, insan nasıl değişmez, değişemez?
Bir süredir
romanların yanı sıra nöroloji alanında çalışmalar yapan bilim
adamlarının kitaplarını okuyorum. Kafayı fena halde taktığım, okudukça
keyif aldığım isimler var. Mesela V.S.Ra machandran. Biz şimdiye kadar
bilim ile mistisizmin birbirine taban tabana zıt olduğuna inandık ya,
Ramachandran bu ikisinin pekâlâ kesişebileceğini söyleyen sıradışı
seslerden.
Uzun yıllardır Amerika’da yaşayan, ödüller almış
bir bilim adamı. Alanında önemli başarılara imza atmış. Aynı zamanda
Hint asıllı ve ruhaniyete, maneviyata, mistisizme açık bir damarı var.
Çalışmalarında şaşırtıcı biçimde bilimin akılcı, gözlemci, pozitivizme
dayalı birikimiyle tasavvufun insanlığı birbirine bağlı gören
felsefesini buluşturmakta.
Ramachandran kolları ya da
bacakları kesilmiş insanlarla yakından çalışıyor. Bu tür hastaların
kaybettikleri uzuvlarının ağrısını hissetmeye devam etmeleri, yani bir
hayali sancı çekmeleri bilim dünyasının hâlâ çözemediği bir muamma.
Olmayan kolunuz sızlıyor mesela, ne ilaçla ne terapiyle geçiyor.
Ramachandran’ın anlattığı ilginç bir örnek var. Kesik eli kaşınan
hastanın yanında şayet sağlam bir kişi kendi elini usulca kaşırsa, o
hastanın kaşıntısı geçiyor. Zira senkronize hallerimiz. Zira enerji
ağlarıyla birbirimizi etkilemekteyiz habire. Bilsek de bilmesek de..
Elif Şafak.