Sevdiklerimizin
varlığıyla mutluyken yoklukları ne çok iç acıtıyor. En çokta ellerimizden kayıp
gittiklerinde değerlerinin farkına varıyoruz.
Hayat
o kadar kısa gelir ki insana; kaybettiklerimizin değeri paha biçilemez ve yaşam
sanki bir kez nefes almışız gibi gelir. Oysa herkes nefes sayısını tamamlamış
ve ebedi istirahatgah’ına yola çıkınca. Beşer olmanın acizliğinden olsa gerek; Hazreti
Mevlana’nın dediği gibi düğün günü –vuslat--bakışına çokta yakın olamıyoruz.
Hayatımızı sevdiklerimizi ve hayallerimizi her geçen gün erteliyoruz.
Geçmişe
bir pencere açmaya çalışsaydık ne olurdu sahi?
Günümüze
yağan karlar kalbimizde çoktan çığ olmuştur artık ama nafile değil mi?
Hayat
geç kalmamızı hiç affetmeyecektir!
Yüzümüzde
parmak izlerini bırakacağı tokat er-geç yerini alır tüm yakıcılığıyla.
Daha
dün yanımdaydı. Ellerini tutmayalı, saçlarını okşamayalı sanki yıllar geçmiş
gibi.
Şimdi
kokusunu hissedebilseydim içime çekebilseydim doyasıya.
Gönlüne
açılan yollarda düşe- kalka yürüyebilseydim.
Sevdama
dünyaları sığdırabilseydim.
Bir
lunapark eğlencesini sunabilseydim kahkahalarına.
Düş
balonlarıyla gökyüzüne uzanabilseydik.
Masallarımın
kahramanı sendin diye haykırabilseydim.
Günümün
aydınlık yanıydı göz bebeklerin diye ekleyebilseydim.
Bu
kez konuk olma sırası “Behçet Necatigil de” şiiriyle dağlanan yüreğimde
SEVGİLERDE
Sevgileri
yarınlara bıraktınız
Çekingen,
tutuk, saygılı
Bütün
yakınlarınız
Sizi
yanlış tanıdı
Bitmeyen
işler yüzünden
(Siz
böyle olsun istemezdiniz)
Bir
bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi
dolduran duygular
Kalbinizde
kaldı
Siz
geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi
dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların
telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği
aklına gelmezdi
Gizli
bahçenizde
Açan
çiçekler vardı,
Gecelerde
ve yalnız
Vermeye
az buldunuz
Yahut
vakit olmadı.*
Olabilseydi,
yapabilseydim, sevebilseydim bu -dim-lerin arkasına daha ne kadar saklanırız.
İçim
yansa, kalbim parçalansa, ayaklarıma kara sular inse
Vazgeçer
miyim ki senden yine diyen iç sesimize yol vermenin zamanı gelmedi mi?
En
iyiyi seçme sevdasına mı tutuldukta; ertelenen bir yaşama bulandık.
Ne
çığlıklarımız dindi yürekte.
Ne
bir baltaya sap olabildik.
Ne
bir çiziğe sığdı gözyaşlarımız.
Hep
başa döndük irtica ettiğimiz yangın yerinde.
Hep
yalnızlıkmış bohçamızdan çıkanlar.
Hep
kâinatın yarı karanlık yüzünü oluşturan silsilenin bağlarından birini
oluşturuyorduk da daha mühim değildi; başımızı yaslayamadığımız sevdiğimizin
boş kalan omzu.
Pembe
hayaller üzerine kurmuştuk şehrimizi.
Günümüz
bahçemizde geçerdi.
Gecemiz
hoyrat okuyan ozanın ses tellerinde.
Başkalarıyla
dindirirdik içimizde ki buhranı. Tuz basmıştık sevdamızdaki yaraya.
Başkalarının
nasırlı, yarık gurbet taşına dokunmuş elleriyle ekmeğimizi paylaşırdık.
Kırıntılarda
şükrederek yitmek ne güzeldi. Ahhh bunu bir bilebilseydik.
Aynı
donuk bakışların sapağında birleşirdi yolumuz.
Aynı
yaşanmamış çocuklukların, top koşturma ve oyun alanlarında.
Burnunu
çeken; düşerek dizini yaralamış tamirci çocuğunun acıdan dolan gözlerinden
alamazdık yitmiş anılarımızı.
Biz
bizden cüzler bulurduk, merhabalarımızı iliklediğimiz kırık yüreklerde.
Bilirdik
ki ruhlarının arka cebinde hep mizacı gülen bir sapan bulunurdu.
Sektirme
oynayacağımız çakıl taşları hep iç cebimizde
Sevdiklerimiz
için sevgimizi görünür kılmalıyız. Hareket vakti gelip de sevdiklerimizin
soluklarını göğsümüzde hissetmediğimizde başımızı taşlara vurmamamız için.
Farkında
mısınız?
Hayat sevdiklerimizle güzel
emine göl yılmaz
* behçet necatigil
0 yorum:
Yorum Gönder