Nur-ı aynım, iki gözüm, Bildin mi neydi sabır?
Ya neydi kirpiğinin kıvrımına tutulup kalan burukluk?
Hani neydi nesre çevrilemeyen söz?
Neydi bilgiye adanmış ayazların derununu dolduran acı?
Sabır bir aydınlık, sabır bir teselli...
Ya neydi kirpiğinin kıvrımına tutulup kalan burukluk?
Hani neydi nesre çevrilemeyen söz?
Neydi bilgiye adanmış ayazların derununu dolduran acı?
Sabır bir aydınlık, sabır bir teselli...
Büyük Sahra’ya yağmur,
istiridyeye inci...
Sabır göz pınarlarını kurutan ferahlık; sabır
hüzünler kulübesinin ışığı...
Eyyub ile Yakup, derviş ile sultan...
Nur-ı aynım, iki gözüm,
Nur-ı aynım, iki gözüm,
Bildin mi neydi sabır?
Haşre dek yokluğa
hüküm giymiş bir güzelin kadehindeki iksir miydi; son gezginin
gözyaşlarıyla suladığı bir çiçek mi, ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı
emerek büyümüş nazenin bir kelebek mi?
Karlı caddelerin kıyısında açmış
ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı aynım, altın şehirlere uçan
ebabiller bilir.
Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı Dağı’na çıkar sabırla ve
yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan daruşşifalara doğru.
Serazad
türküsüyle hercaî bir bülbül konar
Kitab’ın son sayfasına, sabrı
şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır.
Sabır bir hazine ki... Yılanlar bekler gerçek!.. Bir hazine ki... Tek
miskali Yusuflar satın alır...…
Bir hazine ki...
Beşiği âb-ı hayat
sükunetiyle süslenen bebekler büyür hendesesinde nur-ı aynım, ve
tahammül renkli güzellikler yansır eşyaya bakışlarından.
Bir hikaye
anlat bana sabra dair, nur-ı aynım, bir hikaye anlat; gerçek olsun.
Kalbinin rengi damlarken hani, çekik gözlü nakışlar vururdu sevinçleri,
onu anlat.
Yanağına düşen her güneş damlası yeni mağlubiyetler asardı
boynuna ve eksik olan şey hep bir adım önde giderdi hani, onu anlat.
Kafesi taşlara çalıp içindekini salıvermediğinden mi nur-ı aynım, yoksa
bir derya mavisinde buruk toprak kokusuna dalıvermediğinden mi, bir
imtihan içre iplik iplik bağlanmışsın şah yüreğine ve kirkitler erişlere
vuruyor, argıçlar kirişlere...
Sabır bir kilim oluyor nur-ı aynım,
kilimi anlat...…
Sabrı bildin mi nur-ı aynım, bildin mi sabrı? Hani
yağmur çamur okula gidip de tipi boran kapıda bekleyen var ya?!..
Hani
masumiyeti Kandehar tepelerinden boşluğa bir şahin gibi süzülen beyaz
kuğu?!..
Sonsuz köşeli dayatmalarda hani zamanı biriktiren nazenin
yasemen var ya?!..
Hani nisan dallarında vurulup kanı akmayan
kanarya?!..
Helvaya durdu korukları, acımsılık lezzet oluyor
dimağlarında.
Onlar ki, soluk almadan bekleyişlerin sırrını öğrendiler
kalpleri henüz durmadan, ve bulamayacakları çarelere adreslenmiş
mektupların, açılmayacak kapılara gizlenmiş umutların sırrına erdiler;
adı sabırdı!..
İsteksiz gülüşler serpildi kanayan yaralara nur-ı aynım,
sabır adına bilinçsiz köşelere asılan afişler kirlendi, yolların üstüne
uzaklar düştü, hep uzaklar...
Karşılıksız sevmelerin şarkısı eski
plaklarda kaldı iki gözüm, ve bir gece daha sancıdı yıldızlar, bir gece
daha...
Şimdi geceler en ince yerinden bölünmede nur-ı aynım, şehir bir
denize doğru ağlamakta. Bildin mi sabrı nur-ı aynım, neydi sabır? Sabır
adına, ve umut adına...
Kol kanat edinip umutları, bereketli baharlara
bir koşu başlar mı acep?
Mum gibi eriyen ve mum rengince üzülenlerin;
yandıkça ağlayan ve gözyaşlarınca yananların can ipliklerinde dumanı
tütmez alevler parıldıyor, aydınlıklar tel tel yüzlerine vuruyor.
Mutsuzluğun beslediği uzak arzular değil oysa umutsuzluk...
Ve
yakınlarda, çok yakınlarda bir sabır heykelinin eli değiyor eline.
Zirvede bir imtihan var nur-ı aynım, zirvede bir imtihan var.
// Kırk Güzeller Çeşmesi İskender PALA //
// Kırk Güzeller Çeşmesi İskender PALA //
0 yorum:
Yorum Gönder