Bir varmış, bir yokmuş. Bir Sülün Kız varmış. Babası ölmüş. Anası ile kalmış. Kızı, nasıl geçiniriz diye bir tasa almış. Anası demiş: “Ben çuha dokurum, sen gergef işlersin, geçinip gideriz.” Öyle yapmışlar. Bağ bahçe sahibi olmuşlar. Kız yine tasalanmış. “Dağımızı yel alırsa, bağımızı el alırsa” diye. Anası nice öğütler vermişse de boşa. Kendini avareliğe vermiş. Tasa Kuşu zaten fırsat kolluyormuş. Almış onu kollan arasına…
Kız bir bakmış ki cennetten bir köşe içinde. Her yer güllük, gülistanlık. Bülbül öter, ardından keklik öter…Kız yine tasalanmış, “Niye bin gözüm, niye bin kulağım yok, niye hepsim birden göremiyorum, duyamıyorum” . diye. O an bütün kuşların dili susmuş, pınarların suyu kesilmiş. Tasa kuşu dalga geçmiş: “Avare kız, avare kız. Tasa dediğin öyle olmaz, böyle olur. Geçti gül, geçti geçti bülbül, ister ağla ister gül…” demiş. Kız perişan olmuş, açlık da başına vurmuş. El uzattığı ağaçlar meyve vermez olmuş. Su içmek istediği pınarlar su vermez olmuş.
Tasa Kuşu, yapacağını yapmış, edeceğini etmiş, uçmuş gitmiş bir başka avarenin başına konmaya…Kız bunu görünce derinden bir “ohhh” çekmiş. …Bir ak saçlı dede ortaya çıkıp demiş ki, “Dile benden ne dilersen…” “Anamı isterim, anamı” demiş kız. Yummuş gözünü, açmış. Bir de bakmış ki anasının dizinin dibinde…
O günden beri, tatlı dilli, güler yüzlü olmuş. Kısmeti de açılmış, evlenmiş. Kırk gün, kırk gece düğün etmiş..Mutlu mutlu yaşamışlar…
ALINTI
0 yorum:
Yorum Gönder