Bir zamanlar yoksul bir çocuk tanımıştım.Ailesi o kadar yoksul,o kadar
yoksulduki,çocuklara birtek oyuncak bile alamıyorlardı.Bu zavallı
çocuğun oynayacağı hiç oyuncağı olmamıştı.Ama bu çocuğun her şeye
rağmen oynadığı güzel oyunları vardı:
Kendi gözleri,ağzı,kulakları,burnu,saçları,boy
nu,iki
kolu,iki eli,iki ayağı onun oyunlarıydı.Saçı rüzgarda
uçuşur,oynaşırdı.Kulakları cıvıl cıvıl kuşların neşeli
şarkılarıyla,şarıl şarıl akan derelerin sesiyle dolu olurdu.Burnunda
çiçeklerin kokusu,kırlardaki taze meyelerin,annesinin tabağına koyduğu
cana can katan çorbanın kokusu uçuşurdu.İki eli kıpır kıpır
oynaşırdı.İki ayağı bütün gün koşuşur.Mutlulukla hoplar zıplardı.İki
kocaman gözü bütün gün eşyaların üzerinde dolaşır,minik sevimli ağızı
sürekli sorular sorardı.Böylesine neşelei ve mutluydu bu çocuğun yaşamı.
Sonra akşam olduğunda yıldızlar ve ay çıktığında dünya
sessizleşirdi.Küçük çocuğun sürekli soran ağzı sakinleşir,kulakları
artık dünyanın cıvıltılarına karşı ilgisizleşir,başı sağa sola
dönmez,elleri ile ayakları kıpır kıpr oynamazdı.Ellerini yorganının
üzerine yerleştirir,sırma saçları yastığın üzerinde dağılır,ayaklarını
bir iki oynatır sonra...
Ve sonra küçük gözlerini yavaş yavaş kapatırdı.Küçük çocuğun bütün oyuncakları,gözleri,ağzı,burnu,kulakları,saçları,boyunu,kulakları,elleri
ve ayakları da hep birlikte uykuya dalardı.Sabah ise yeni güne birlikte
hepsi oyunlarına yeniden başlarlardı.
alıntı
0 yorum:
Yorum Gönder