skip to main |
skip to sidebar
“Anneciğim nereye gidiyorsun?”
“Doktora gidiyorum yavrum. Sen burada kalacaksın. Yoksa sana ‘cıss’ yaparlar.”
Küçük çocuk, doktora gitmektense evde kalmayı ‘tercih etmiş’ ve annesi alışverişi yalnız yapabileceği bir fırsat bulmuştu.
Çıkarken anne, kızkardeşine ne kadar süre dışarıda kalacağını, nereye gideceğini fısıldıyordu, telaşlıydı.
Çocuğunun kendisini duyduğunun farkına varmadı, çocuk da hissettirmedi ve hiç sesini çıkarmadı.
Anne
bu beyaz yalanlardan ötürü kendisini çok huzurlu hissediyordu. Hem
rahat gezmeye gidebiliyor, hem de çocuğunu ağlatmamış oluyordu.
Doktora gitmeler ve buna benzer durumlar devam etti.
Bir
defasında anne telefonda konuşurken doğru olmayan birşeyler söylemiş ve
çocuk dayanamamış, “Neden doğruyu söylemiyorsun anne?” demişti.
Annenin
cevabı hazırdı. “Evladım, bazen doğruları söylememek gerekebilir. Tabiî
ki yalan söylemek çok yanlış birşey, ama bu farklı bir durum. Sen sakın
yalan söyleme, olur mu yavrum?”
...
Bu ve bunun gibi diyaloglar, maalesef yakın ve uzak çevremizde sıkça şahit olduklarımızdan...
Anne
herşeyden önce, küçüklerin zihince hiç de küçük olmadığını unutuyor ve
en önemli duygulardan biri olan ‘güven’i sağlamak yerine, kendisine
inanılmayan, sözü doğru olmayan bir insan profili çiziyor.
“Çocuğumun
o saat ağlamaması mı daha mühim, yoksa doğruluk anlayışının sarsılması
mı?” gibi muhasebeler yapılmıyor. Tüm bunlara rağmen anne bir de
kendisini ‘iyi’ hissedebiliyor.
İnsanlar bu tutumlarıyla beyaz kaldıklarını düşünürlerken, farkında olmadan yüreklerine kara lekeler sıçratıyorlar.
Kendinizi
düşünün: Size yalan söylenmesini kabul edebilir misiniz? Size bir defa
yalan söylemiş bir kimsenin bundan sonra sözlerine tümüyle güvenebilir
misiniz?
Kalbimiz eğer yalan söylememek hakikatine ermişse,
artık bu eylemden nefret eder hale gelmişsek, Allah’tan korktuğumuz
için, hakka girmemek için ve emin bir insan olmak için yalan
söylemiyorsak, işte o zaman farkederiz beyaz yalanların hiç de beyaz
olmadığını.
Bizler doğruluğu, el-Emîn olan Peygamberimizden
(a.s.m.) öğrendik. Çocuklara yalan söylemenin diğer yalanlardan farklı
olmadığını da ondan öğrendik.
Hem bizler de çocuk değil miydik? ‘Ben’ diye başlayarak anlattığımız hadiseler çocukluğumuzu da kaplamıyor mu?
Bir
çocuk, yetişkin bir insan kadar kıymet görmeli. Bir ağaca fidanken
hassasiyet göstermesek, sağlam bir şekilde ağaç halini alabilir mi?
Öyleyse insanın ruhaniyetini de doğrulukla beslemek, birey dünyaya gözlerini açtığından itibaren böyle davranmak gerekmez mi?
Biz
insandan bahsediyoruz. Allah Resulü aleyhissalâtu vesselam ise
hayvanlara karşı dahi emin olduğunu bize yaşantısıyla gösteriyor.
Bir
sahabinin atını yanına getirmek için sanki elinde atın yiyebileceği
birşey varmış gibi davranması onu öyle rahatsız ediyor ki, bu sahabiyi
yanına çağırıp yaptığının yanlış olduğunu bildiriyor.
Günümüzde
ise yalan etiketlenip, süslenip insanlara sunuluyor; ve bunun adı bazen
mazeret oluyor, bazen küçük yalan, beyaz yalan, bazen ise eksik
söylemek...
“Neden dersine çalışmadın?”
“—Hastaydım öğretmenim…”
“Çocuklar sizin sınav kağıtlarınız birbirine benziyor.”
“—Hocam, biz birlikte çalışmıştık.”
“Tekin Bey, neden geç kaldınız?”
“—Kusura bakmayın efendim, bindiğim otobüsün lastiği patladı.”
Zayıf
not korkusuyla uydurulan mazeretler, geç kalındığında patron ile kötü
olmamak için söylenen ‘beyaz’ yalanlar, bilgi bencilliği durumlarında
‘bilmiyor’ gibi davranmalar...
Bunlar artık öyle doğal
karşılanıyor ki, söylemeyenlerin ayıplandığı görülüyor. Suçunu itiraf
eden mahkum yadırganıyor. Mazeret uydurmayanlara şaşkın gözüyle
bakılıyor.
Ondört asır öncesinden günümüzü aydınlatan Asr-ı Saadet’e bakalım, onlar böyle şeyler yaşamadılar mı?
Muhakkak yaşadılar...
Sahabilerden
Ka’b b. Mâlik’e de (r.a.) zor durumda kaldığı bir an mazeret bulması
teklif ediliyor, fakat o büyük insan gerçekte mazereti olmadığı için
doğruları olduğu gibi söylüyor. Mazeret bulmadığı ve aşikâr ettiği
davranışı hoş karşılanmadığı için de dışlanıyor, acı çekiyor, buna
rağmen doğruluğundan ödün vermiyor. Bir müddet sonra, o ve kendisiyle
aynı durumda olan iki arkadaşı hakkında, affedildiklerine dair âyet
nazil oluyor. Doğruluk, Ka’b b. Mâlik’in kurtuluşu oluyor.
Herşeye
rağmen emin olabilmek, şaka bile olsa yalan söylememek, dosdoğru olmak
ve el-Emîn olan Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselama yaraşır bir ümmet
olmak...
Hepsi bizim elimizde...
Beyaz yalanlara müsaade etmemek de, yalanların yerini doğrularla değiştirip yüreğimizi bembeyaz etmek de...
ALINTI
0 yorum:
Yorum Gönder