11 Eylül 2012 Salı

İyice Düşünmeden Bir Şey Yapmaya Kalkma!




Aman Haa...İyice Düşünmeden Bir Şey Yapmaya Kalkma!

DERS 1: Önüne ne çıkarsa çıksın, yürümene devam et!!..
DERS 2: Geç kalmış olsan bile kendini iyi ifade et!!!
DERS 3:Hata bile yapsan, her defasında yeni bir şey dene…
DERS 4: Ne kadar neşeli, hüzünlü veya gergin olsan da “uyanık” ol,
DERS 5: Asla herhangi bir şeye uzun süre güvenme….
DERS 6: Asla, “kendini” hafife alma!
DERS 7: Asla birisiyle uzun süre dalga geçme….
DERS 8: Hücumda veya savunmada, her zaman, yapabileceğinin EN İYİSİNİ yap..
DERS 9: Sık sık değişen şeylere sahip olmak için fazla uğraşma

İyice düşünmeden bir şey yapmaya kalkma.
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

SÖZEL OLMAYAN İLETİŞİM






Sözel olmayan iletişim beden diliyle yürütülür. 

Örneğin, bir öğrencinin yaptığı bir konuşmadan sonra öğretmenin 
gözlerinin parlaması bir beğeni ifadesidir. 
Bir şeyi önemseyip önemsemediğimizi, sıkılıp sıkılmadığımızı, 
yorgun olup olmadığımızı beden diliyle anlatırız. 
Sözel olmayan, iletişim öğrenme-öğretme süreçlerinde de önemlidir. 
Tarafların birbirine yakın durup durmaması, vücutlarının duruşu,
yüz-göz ifadeleri ve jestleri sözel mesajlara anlam katar ya da anlamı karıştırır
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Çocuklara hitap tarzımız!





Çocuklarınızı büyütürken onlara hitap tarzlarınız kaderleri olabilir mi?
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Çocuğunuzla Dışarıda Vakit Geçirmenin 50 Yolu





1.Kütüphaneye gidin.
2.Hayvanat bahçesine gidin.
3.Yakın bir akrabanızı ziyaret edin.
4.“Hayır kurumlarına” gidin, bağış yapın.
5.Eski oyuncakları ve giysileri, ihtiyacı olanlara verin.
6.Çocuk esirgeme kurumlarına gidip şeker, çikolata dağıtın.
7.Yaşlılar yurdunu ziyaret edin.
8.Ebelemece oynayın.
9.Saklambaç oynayın.
10.Basit bir top ile karşılıklı oyun oynayın.
11.Onu tiyatroya götürün.
12.Araba yıkayın.
13.Dışarıda yere tebeşirle çizgi çizerek seksek oynayın
14.Bisiklete binin.
15.Uçurtma uçurun.
16.Yürüyüşe çıkın.
17.Farklı sesler dinleyin. Kuş, araba, ayak vs.
18.Birlikte müzik kursuna gidin.
19.Birlikte folklor gibi kurslara gidin.
20.Hamak kurun.
21.Bahçede veya toprak zeminde küçük çukur açıp göl oluşturun.
22.Yalın ayak çimenler yürüyün.
23.Mangal yapın.
24.Çadır kurun.
25.Sandala binin.
26.Dere kenarına gidip su sesini dinleyin.
27.Kuşlara yem atın.
28.Sergilere gidin.
29.Birlikte akrabalarınızı ziyaret edin.
30.Değişik türde yaprak toplayıp defter arasında kurutun.
31.Bağ ya da bağmanlara gidip birlikte tarladan domates, biber toplayın.
32.Vapura binip martılara simit atın.
33.Fidanlıklara gidip çocuğunuzun adına ağaç dikin.
34.Su tabancasıyla oyun oynayın.
35.Uğur böceği bulup parmağınızdan uçurun.
36.Kürdanlar ile toprak üzerine çitler yapın
37.Semt pazarına götürün, alışveriş yapın.
38.Sinemaya gidin.
39.Sahilde kumdan kale yapın.
40.Ormanlık alanda mantar toplayın.
41.Çiftliklere gidip ata binin.
42.Balık tutun.
43.Birlikte müzelere gidin.
44.Bahçe makası ile çiçekleri düzenleyin. Çiçek sulayın.
45.Birlikte fotoğraf ve video çekin.
46.Kırlarda çiçek toplayın.
47.Basketbol maçına gidin
48.İnternette panoramik ve sanal müzeleri gezin.
49.Gün batımını izleyin.
50.En önemlisi; çocuğunuzla dışarıda iyi vakit geçirin. Oyun salonlarına bırakmayın. Atıp salıncağa- oyun parkına;bir köşede kahvenizi içmeyin!
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Çocuğunuzla Evde Vakit Geçirmenin 50 Yolu






1.Parmak boyasıyla resimler yapın.
2.Puzzle oynayın.
3.Birlikte resimli kitap yapın.
4.Kitaplarınızı şeffaf ambalajla kaplayın.
5.Birlikte bulmaca çözün.
6.Odasını birlikte boyayın.
7.Hayvan seslerini taklit edin.
8.Pizza yapın.
9.Leğene su koyup kâğıttan kayık yüzdürün.
10.Evde basit fizik deneyleri yapın.
11.Satranç öğretin.
12.Işığı arakanıza alarak gölge oyunu kurun.
13.Evde çöp toplama oyunu oynayın. Kim daha çok eşya toplarsa ödül alsın.
14.Mısır patlatın.
15.Birlikte şarkı söyleyin.
16.Sessiz sinema oynayın.
17.Birlikte radyo tiyatrosu dinleyin.
18.Bulmaca çözün.
19.Bir eşyayı evde sakladıktan sonra haritasını çizin. Çocuğunuz bulsun.
20.Akvaryum kurun.
21.Birbirinizi gıdıklayın.
22.Evde değişik boyda bardakları ters çevirip kaşıkla sesle çıkartın.
23.Eski bir tişörtü kumaş boyaları ile boyayın.
24.Kâğıttan uçak yapın, yarışın.
25.Birbirinizin taklidini yapın.
26.Sihirbazlık numaraları yapın.
27.Kese kâğıdından çanta yapın.
28.Kibrit çöpleri ile şekiller oluşturun.
29.Birlikte bir hikâye yazın.
30.Süngerden makas yardımıyla ördek yapıp boyayın.
31.Sabah erkenden kalkıp beraberce güzel bir kahvaltı hazırlayın.
32.Balkonda domates, çilek yetiştirin.
33.Evde dondurma yapın.
34.Birlikte evde pasta yapın.
35.Ona hikâye anlatın.
36.Birlikte bir resim yapın.
37.Oyun kartları ile köprüler yapın.
38.Birlikte fotoğraflarınızı düzenleyin.
39.Birkaç çarşaf ile odanın içinde labirentler kurun.
40.Yastıkları aralıklı dizerek engel atlama oynayın.
41.İsim şehir bulmaca oyunları oynayın.
42.Birlikte bir blog açın. Olmadı ortak günlük tutun.
43.Haftada bir birlikte evde film izleyin.
44.Evde yastık kavgası yapın.
45.Pul koleksiyonu yapın.
46.Haritada şehir bulmaca oynayın.
47.Kütüphanenizi arşivleyin.
48.Tekerlemeler söyleyin, uydurun.
49.Gece balkondan ya da camdan gökyüzüne bakarak yıldız kaymasını izleyin.
50. En önemlisi; çocuğunuzla kaliteli bir zaman geçirin. Önüne oyuncak, TV, bilgisayar vs. koymak onunla ilgilenmek değildir!
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

8 Eylül 2012 Cumartesi

Çay üzerine "ŞAİRLERİN DEMLERİ"



iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
(Cemal Süreya)

-haydi iç de çay koyayım.
(Ah Muhsin Ünlü / Onur Ünlü)


o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
(Haydar Ergülen)

Ama bu kente gelirsen unutma beni ara,
sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım.
(Osman Konuk)

Bizim içtiğimiz çay da çaydır
Çarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylar
Vadilerden renkli yağmurlar gibi gelir.
İçtiğimiz çay.
(Sezai Karakoç)

Çayın rengi ne güzel
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
(Orhan Veli Kanık)

çay içiyoruz
mutlu bir sessizlik içinde.
(Cevat Çapan)

“Günün aydın, akşamın iyi olsun” diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa, zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama; “Çaya kaç şeker alırsın?”
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra…
(Can Yücel)

biriniz birkaç yıldız taksın gökyüzüne
biriniz çay hazırlasın
biriniz akşam olsun
(Mevlâna İdris Zengin)

Basit yaşayacaksın basit
Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit,
Çay, Simit ve Peynirle.
(Nazım Hikmet Ran)

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.
(Abdurrahim Karakoç)

çaydanlığı sürüyoruz ocağa
kayna suyum kayna suyum
kayna da çay içeyim
ben böylesi sabahları
içine de
içine de
..........................

o biçim!
(Hasan Hüseyin Korkmazgil)

Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
(Ahmet Oktay)

çay içiyordu. sıkılıyordu. hamamda şarkılar söylü-
yordu görüntüm. işbaşı yapıyordu çalıntı zamanlarda.
(Altay Öktem)

Bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde
ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye
çay söyledim kahveden.
(İbrahim Tenekeci)

seni çay içerken izlemek
seni çay doldururken
seni demlerken çayı
kimseler inanmasa da düpedüz sevap
(Alper Gencer)

Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir
Judy Garland gibi çay
Kan gibi çay.
(Sezai Karakoç)

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
(Ergin Günçe)

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan
Dakika düşelim senelik paydan
(Necip Fazıl Kısakürek)

Biraz çay soğuklarda.
Ne kadar acı şu dünya
(Behçet Necatigil)

Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda
(Ahmet Telli)

Her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım,
seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana Şebnem.
(Murat Menteş)

Çay henüz her şey bitmedi demektir.
(Cezmi Ersöz)

hayatta herkesin mutlaka
bir sarayburnu aile çaybahçesi varsa
hayatta herkesin mutlaka bir istanbulu varsa
hayatta herkesin mutlaka bir tanrısı varsa
ve biz tanrısız kaldığımıza göre
sen benimle mi gelirsin
ben sen de mi kalırım
bunu bırakalım şu geçip giden bulutlar düşünsün
(Salih Bolat)

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
(Turgut Uyar)

Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim.
Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı.
Yokluğuna alışmamalıyım.
(Tarık Tufan)

Karıştır çayını zaman erisin.
Köpük köpük, duman duman erisin.
(Necip Fazıl Kısakürek)

bir çay yalnızlığı emirgân'dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
(Attila İlhan)

Ve oturdu mu bir masaya
hakkını verir çay içmenin
(Cahit Zarifoğlu)

Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
- Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
(Edip Cansever)

Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda
Onların gözleri
(Sezai Karakoç)

 "Biliyor musun;
Köprücük kemiğini süsleyen
Bir kaç ben için bile sevebilirdim seni.
Neyse çay koyuyorum.."
Ah Muhsin Ünlü
 
 Sen yarımın gasidisen eylen sene çay demişem.
Hıyalını gönderipdi bes ki men ah vay demişem.
(Muhammed Hüseyin Şehriyar)
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

5 Eylül 2012 Çarşamba

Kadınlar susarak gider...



Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir.

Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır. genellikle ne cevap alır? abuk sabuk konuşma! gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez.

Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.

Kadın susarak gider!
En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. o gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır. bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.


Cemal Sureya
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

2 Eylül 2012 Pazar

Vazgeçebilmek bir erdemdir.






Vazgeçebilmek bir erdemdir.

Bir deli güzel meziyettir ki insan kolay kolay kavrayamaz önemini.
Gençken daha zordur buna vasıl olmak.
Ama öyle gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir, o başka.
Geri kalan çoğumuz seneler geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin kıymetini.
Hayat öğretir bize.
Hayat ve bir de kronikleşmiş hatalarımız.
Kimilerimiz ise hiçbir zaman öğrenemeyiz ya.
Dersimizi almayız. Dün nasıl isek yarın da aynen öyle.
Genelde zannediyoruz ki vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir.
Hatta bir nevi korkaklık, adeta acz.
Halbuki tam tersidir bence.
Ancak kendine güvenen, karakteri sağlam ve komplekslerden arınmış olan insanlar vazgeçmenin erdemine vakıf olabilirler.
Şu hayatta yaşadığımız sorunların çoğunu vaz-ge-çe-me-diğimiz için yaşıyoruz aslında.
Israr ve inat ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı.
Takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz sürekli, oysa ne kadar farklılar.
Nasıl da zıt.
Gelin bu pazar bir de başka bir pencereden bakalım kendimize, ilişkilerimize ve bilhassa vazgeçemediklerimize!

Onda da bir hayır var..

Seviyoruz diyelim, birini seviyoruz, hem de ne çok, ne derin, ölesiye.
O kişi de aynı şekilde aşkımıza karşılık veriyor diyelim.
Ama sonra, zamanla, tavsıyor muhabbet, örseleniyor.
Kazara delinmiş bir balon gibi sürekli hava kaçırıyor, küçülüyor.
Giderek canlılığını yitiren bir ateş gibi sönmeye yüz tutuyor.
Gün geliyor, sevdiğimiz insan bizden ayrılmak istiyor. İnanamıyoruz. Yıkılıyoruz. Kalbimizin etrafında bir yumruk, demirden zırh gibi sıkıyor, nefes alınca bile canımız yanıyor.
Dayanamıyor, heyheyleniyoruz.
Kabullenemiyoruz. Israrla onu elimizde tutmaya çalışıyoruz.
Sinirleniyor, öfkeleniyor, hatta sözlü ya da fiziksel şiddete başvuruyoruz.
Şiddetin olduğu yerde muhabbetin yeşeremeyeceğini anlayamadan.
Mesele şu ki gururumuza dokunuyor, nefsimize ağır geliyor böyle terk edilmek. Öyle çünkü. İnsanız ne de olsa.
Etten ve kemikten ve billur bir kalpten müteşekkil.
Oysa unutmamak lazım ki nefsimize ağır gelen şeyde bizim için hayır var.

Bırakmak Lazım..

Peki ne yapmalı? Zor da olsa, bırakmak lazım.
Gitmek istiyorsa sevgili, madem ki budur onun güzel gönlünün dilediği, agulu dilinin söylediği, kenara çekilip yol açmak lazım gidene.
Vazgeçebilmek.
Aşk ancak özgürlükten doğar, özgürlükten beslenir.
Özgürlüğün olmadığı yerde ne tam anlamıyla aşk vardır, ne dostluklar.
Diyelim bir mesleğimiz var, uzun zamandır icra ettiğimiz bir kariyer.
Ama öylesine mutsuz ediyor ki bizi, içten içe kemiriyor.
Kimse bilmiyor. Göremiyor.
Lakin her gün mesleğimiz bizden bir şeyler kopartıp alıyor.
Etimizden et, ruhumuzdan ruh çalıyor.
Gene de ısrar ediyoruz. Bırakmıyoruz kariyerimizi.
Değil istifa etmek bir gün bile ayrı kalmayı aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz. Başka türlü yaşayamayız, var olamayız zannediyoruz.
Bu mesleğin bizi ve çevremizdekileri mutsuz ettiğini bile bile.
Göz göre göre. Peki neden?
Hep aynı mesele; vazgeçemiyoruz da ondan.
Vazgeçmeyi bir mağlubiyet olarak algıladığımız için.

Sevinçten Çalanlar...

Diyelim ki makam sahibiyiz. Nice işler yaptık bu koltukta.
Bir bürokrat, bir politikacı, bir vali ya da bir okul müdürü.
Ama öyle bir an geldi, gitme vakti çattı, seziyoruz.
Artık yerimizi bir başkasına bıraksak daha iyi olacak sanki.
Şu veya bu sebepten ötürü. Ama olmuyor. Yediremiyoruz kendimize. Yapamıyoruz işte.
Kabuğuna tutunan midye misali elimizdeki otoriteye yapışıyoruz.
Neden? Hep aynı refleks.
Çünkü vazgeçemiyoruz.
Örselenmiş ilişkiler, tavsamış evlilikler, insanı içten içe kemiren meslekler, yaşama sevincimizden çalan kariyerler…
Hepsine aynen doludizgin devam ediyoruz, sırf ama sırf vazgeçemediğimizden.
Gabriel Garcia Marquez en sevdiğim ve en dikkatli okuduğum yazarlar arasında oldu her zaman.
Bende derin izi var.
Seneler var ki birçok romanını döne döne okurum.
Romancının bir söyleşişinde söylediği bir sözü ise hiç unutmam.
Nasıl yazdığını soran bir gazeteciye şu cevabı verir: “Vazgeçerek!”
Yazarlar için en büyük sınavdır bence yazdığından vazgeçebilmek.
Diyelim bir roman kaleme alıyorsunuz
fakat bir yere gitmiyor.
Ya da bir karakter geliştirdiniz ancak bir türlü istediğiniz gibi olmuyor.
Elinizde yüzlerce sayfa var. Kıyamazsınız atmaya.
Silemezsiniz kolay kolay. İnat edersiniz o yolda.
Halbuki Marquez diyor ki, bazen 120 sayfa yazar, 80 sayfasından pat diye vazgeçerim.
Geriye kalan o 40 sayfa, işte odur yazarı bir sonraki aşamaya taşıyacak olan tılsım.
Ama o 80 sayfayı atmadan bu 40 sayfayı bulamazsınız.
Ormanda yolunu kaybeden yolcu gibi dolanır durursunuz.
Çemberler çize çize.
Vazgeçebilmek insana netlik getirir.
Zihnimizi, kalbimizi fazla eşyaların karman çorman etkisinden kurtarır.
Bir berraklık kalır geride. Hüzünlü bir durgunluk. Ama bir o kadar sakin, âlimane.
Demem o ki dostlar, vazgeçebilmek lazım.
Eğer bir yol bizi mutlu etmiyorsa onda körü körüne sebat etmek yerine, nefsimizi kendimize rehber kılmak yerine, bırakabilmek lazım.
Yazamadığımız kitapları, çekemediğimiz filmleri, geliştiremediğimiz projeleri, yürütemediğimiz meslekleri ve artık bizi sevmeyen sevgilileri bırakabilmek.

-Vazgeçebilmek, bazen en güzeli!


Elif Şafak


DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Yıldızlar hep güldürür beni.









“Küçük adam,” dedim. “Ne olur bunun yalnızca kötü bir düş olduğunu söyle bana; şu yılanla konuşmanın, buluşma yerinin ve yıldızın filan...”
Ama yakarışıma kulak asmadı. Onun yerine “Asıl önemli olan gözle görülmeyendir...” dedi.
“Evet, biliyorum...”
“Çiçekle olduğu gibi tıpkı. Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. Bütün yıldızlar çiçek açmış gibidir...”
“Evet, biliyorum...”
“Su için de öyle. Çıkrık ve ip sayesinde vermiş olduğun su müzik gibi geldi bana. Hatırlıyor musun, ne hoştu.”
“Evet, biliyorum...”
“Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimin yerini gösteremem sana. Belki böylesi daha iyi. Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin... Hepsi senin dostların olacak. Hem sana bir armağan vereceğim...”
Sonra yine güldü.
“Küçük Prens, sevgili Küçük Prens, bu gülüşünü çok seviyorum!”
“İşte bu benim armağanım. Yalnızca bu suyu içiğimiz zamanki gibi olacak.
“Ne söylemek istiyorsun?”
“Yıldızlar bütün insanların.” diye yanıtladı. “Ama her insan için aynı değiller. Yolcular için, yıldızlar yol gösterici. Ötekiler için yalnızca gökyüzündeki pırıltılar. Bilim adamları için hepsi birer problem. İşadamı için zenginlik. Ama bütün yıldızlar sessiz. Sen... Yalnızca sen yıldızlara herkesten farklı sahip olacaksın...”
“Ne söylemek istiyorsun?”
“Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. Ben gülüyor olacağım bir tanesinde. Ve geceleyin gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak... Yalnızca senin gülen yıldızların olacak!”
Sonra yine güldü.
“Ve üzüntün hafiflediğinde (zaman bütün acıları hafifletir) beni tanımış olmak hep seni mutlu edecek, dostum olarak kalacaksın. Benimle gülmek isteyeceksin. Bunun için arada bir pencereni açacaksın... Dostların gökyüzüne bakıp güldüğünü görünce çok şaşıracaklar! Onlara 'Yıldızlar hep güldürür beni!' diyeceksin. Deli olduğunu düşünecekler. Sana nasıl bir oyun oynadığımı görüyorsun...”
“Sanki sana yıldızlar yerine, gülmesini bilen bir sürü küçük çan vermişim gibi olacak...”

Antoine de Saint-Exupéry - Küçük Prens.
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum.




İnsan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyif ve feyiz alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak, rüzgârda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer renklenir. Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz.
Gene görmek istersiniz o kişiyi, ilk fırsatta yeniden buluşmak.

Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan. Uçsuz bucaksız bir denizdir kıyılarına varılmayan. O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliği arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyyal pervane gibi etrafında incecik çemberler çizersiniz. Dostlukla, hayranlıkla...

İnsan vardır, kem bakar, ağılı konuşur, habire şikâyet yahut hakaret veya dedikodu halindedir; karalamayı sever, başkasına leke çalmaktan kendine payeler biçer; kimseyi beğenmez, kendinden gayri; hiçbir yeniliği, farklılığı tasvip etmez; ayaklı sirke küpü, diken diken her sözü; dudaklarının ve gözlerinin etrafında senelerdir surat asmaktan, fesat bakmaktan oluşmuş çizgiler taşır lakin bilmez; köşe bucak kaçmak istersiniz böylesinin gölgesinden bile.

Ne var ki bazen o insan patronunuzdur. Ya da öğretmeniniz. Kapı komşunuzdur veya çalışma arkadaşınız yahut ağabeyiniz. Hemen her gün görmek zorunda kaldığınız biridir. Belki de babanız ya da kayınvalideniz. Belki biricik eşiniz. Vaktiyle ne çok severek evlendiğiniz ama zamanla kalben, zihnen, ruhen ayrı düştüğünüz; gene de bir türlü yüzleşemediğiniz, dürüstçe eleştirmediğiniz... Tavsamaya yüz tutmuş bir ateş gibi kendi kendine tüten bir ilişki. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirsiniz.

Derken ondaki irin usul usul size de sirayet eder. Damla damla akar ruhunuza. Kangrendir ya olumsuz enerji, hızla yayılır, sinsice; bir sağlam uzuvdan bir başkasına sıçrar, bir insandan berikine. Bir de bakarsınız ki aynen onun gibi konuşmakta, onun gibi meselelere yaklaşmaktasınız. İçinizde neşe kalmamış, solmuş gitmiş o terütaze bahar. Bir kuru ayaza kesmiş benliğiniz.

Siz de tıpkı onun gibi şikâyet halindesiniz, yüzünüzde benzer çizgiler. Merak edersiniz: “Ben ne vakit böyle oldum. Hangi dönemeçte yitirdim inancımı, iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim aşktan ve aşkı aramaktan? İçsel yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten? Büyümekten? Sahi ne zaman?”

Hiç düşünür müyüz etrafımızdaki, en yakınımızdaki insanların enerjisi bizi nasıl etkiliyor? Günbegün, aybeay, senebesene... Yahut tersine çevirelim soruyu: Bizdeki olumsuzluklar acaba onları nasıl etkiliyor? Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde. Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize. Oradaki yanlışları, lüzumsuz hırsları, kabuk tutmuş yaraları, tamahkârlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek.

Bir tabela assak: “Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum...” Köhne binalar bile gençleşirken, kurumuş otlar bile tazelenirken, gerekli özen ve emekle şu hayatta her şey yenilenirken, insan nasıl değişmez, değişemez?

Bir süredir romanların yanı sıra nöroloji alanında çalışmalar yapan bilim adamlarının kitaplarını okuyorum. Kafayı fena halde taktığım, okudukça keyif aldığım isimler var. Mesela V.S.Ra machandran. Biz şimdiye kadar bilim ile mistisizmin birbirine taban tabana zıt olduğuna inandık ya, Ramachandran bu ikisinin pekâlâ kesişebileceğini söyleyen sıradışı seslerden.

Uzun yıllardır Amerika’da yaşayan, ödüller almış bir bilim adamı. Alanında önemli başarılara imza atmış. Aynı zamanda Hint asıllı ve ruhaniyete, maneviyata, mistisizme açık bir damarı var. Çalışmalarında şaşırtıcı biçimde bilimin akılcı, gözlemci, pozitivizme dayalı birikimiyle tasavvufun insanlığı birbirine bağlı gören felsefesini buluşturmakta.

Ramachandran kolları ya da bacakları kesilmiş insanlarla yakından çalışıyor. Bu tür hastaların kaybettikleri uzuvlarının ağrısını hissetmeye devam etmeleri, yani bir hayali sancı çekmeleri bilim dünyasının hâlâ çözemediği bir muamma. Olmayan kolunuz sızlıyor mesela, ne ilaçla ne terapiyle geçiyor. Ramachandran’ın anlattığı ilginç bir örnek var. Kesik eli kaşınan hastanın yanında şayet sağlam bir kişi kendi elini usulca kaşırsa, o hastanın kaşıntısı geçiyor. Zira senkronize hallerimiz. Zira enerji ağlarıyla birbirimizi etkilemekteyiz habire. Bilsek de bilmesek de..

Elif Şafak.



DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

1 Eylül 2012 Cumartesi

BEDEN DİLİ İLE AŞKINIZ KARŞILIKLIMI ÖĞRENİN






Gözlerinizin içine derin derin bakar ve bu arada göz bebekleri aşırı büyür.

Yanınızdayken yüzü domates gibi olur.

Ses tonunu, sizin ses tonunuza göre ayarlar.

Konuşurken elleriyle yanaklarına ve çenesine dokunur.

Avuç içlerini size doğru açık tutar.

Güldüğünüz şeylere o da sizinle birlikte güler.

Konuşurken takılarıyla oynar.

Sizinle konuşurken herzamankinden daha fazla gözlerini kırpar.

Kirpikleri hareketlidir, titrer.

Konuşurken bileklerine dokunur.

Kadının sevdiği erkekle konuşurken bileklerine dokunması, karşısındaki erkeğe ‘sana güveniyorum’ mesajını iletir.

Saçlarıyla oynar.

Saçlar canlılığın, yaşamın ve dinçliğin simgesidir ve kadın saçlarıyla oynarken bilinçsizce bunu vurgulamak ister.

Sizinle konuşurken bir dirseğini avucunun içine yerleştirirken, diğer elini havada tutar.


Erkekler

Sürekli Bakışlarınızı yakalamaya çalışır.

Göz kontağı kurar, ardından gözlerini kaçırır ve sonra tekrar sizin tarafınıza bakar.

Konuşurken sık sık kolunuza ya da omzunuza dokunur, ancak bunu arkadaşlık samimiyeti içinde yaptığını göstermeye çalışır.

Sürekli saçlarını düzeltir.

Biraz daha kasılarak yürür ve kaslarını gerer.

Sizin sesinizi duyacak kadar alçak sesle konuşur, bu sizi kendi alanına davet etmesi ve sohbeti ikinize özel, size ait bir faaliyet haline getirir.

Konuşurken size doğru eğilir.

Eli sık sık çenesine gider.

Başparmağını kemerine geçirir.

Avuç içleri arasında bardağı ya da kalemi gezdirir.

Size bakarak konuşurken gözlerini kısar.
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

KADINLARIN ANLATMAK İSTEDİĞİ ŞEYLER..





1. Peki

İşte en tehlikeli kelime: Peki Öyle bir söyleriz ki kavgada o küçücük kelimeyi, öyle anlamlar yükleriz ki üzerine, o an her şeyi bırakıp gitmek isteriz. Avına saldıran bir kaplan kadar hırçın

ama bir o kadar da sessiz oluruz. “Peki” dedik, kavga bitti sandın di mi?? Yok öyle bir şey. “Peki” demiş kadın matador karşısındaki boğadan bile daha tehlikeli
dir. Kırmızıyı kendine göster ve at kendini dışarı. Geriye dönerken (hadi ben kinder süt dilimi ile yumuşarım da) en sevdiği şeylerden almayı sakın unutma. Ama unutma bu seni affettirmez sadece sonunu biraz geciktirir o kadar

2. Tamam

Hele o “tamam”dan sonra susuyorsak, tehlike çanları çalıyor demektir. Her an büyük bir patlama olabilir. Sen her şeyin yoluna girdiğini sanabilirsin. Hazırlıklı ol, başın büyük belada. Fitil fitil gelecek her şey burnundan. Mümkünse göz önünde fazla bulunma, bir şeyler anlatmaya çalışma sakın, seni dinlemiyoruzdur. Zaten o yüzden tamam diyoruz ya. Ne anlatırsan anlat alacağın tek cevap “tamam”dır artık.

3. Anladım
 
Anladım çünkü çok zekiyiz

4. Haklısın

Yok öyle bi şey. Haklı olan daima biziz. Haksız bile olsak bir yolunu bulup kendimizi haklı çıkartırız. O an bile ne olduğunu anlamaz, kendinden utanırsın. Sadece seni oyalıyoruz, haklı olduğun büyüsüne kapılıp gevşediğin anda bütün silahlarımızla saldırıp seni haksız çıkartmak için. Haklı olan biziz. Unutma.

5. Bilmem
 
Tabii ki biliyorum… Sadece kızgınım ve bilmem diyerek konudan kaçıyorum. Ama sanma ki bu konu kapanacak. Bence sen de şimdi konuyu kapat ve daha ılımlı bi anda gündeme getir. Yoksa sen de farkındasın bildiğimizin

6. Nasıl İstersen
 
Aman bunu ciddiye alıp istediğin şeyi yapma, tuzaktır bu. Hele bi yap, gör bakalım sadece süpürgesi eksik olan bir cadı çıkıyor mu karşına çıkmıyor mu? Atıyorum lcd ekran tv istedin kavga çıktı, sonunda sinirden “sen bilirsin” dedik. Getir bakalım o TV’yi eve, bozmak için elimizden gelen her şeyi yapmıyor muyuz??

7. Boş ver

Sakın ha boş verme. Boş ver dediğimiz şey, inan bizim için çok önemlidir yine sinirden demişizdir. Eğer sen boş verirsen daha da sinirleniriz. Dar ederiz dünyayı başınıza. Her kavgada gündem olur o şey. Sadece biraz bekle sakinleşelim.

8. Sen Bilirsin

Hayır her şeyi ben bilirim. Şu an çok sinirliyim o yüzden seni baştan savma cevaplarla geçiştiriyorum. Sakın ha, havalara girme sen bilirsin dediğim için. Şu an o kadar iyi değilim, tek istediğim susman, o yüzden sen bilirsin.

9. Gerek Yok

Bunu genelde erkek “açıklamama izin ver” dediği zaman söyleriz. “Gerek yok” çünkü sen ne anlatırsan anlat ben yine bildiğimi okuyacağım. Senin söylediklerinden çok, benim düşünüp beynimde kurduklarım önemli şu an benim için. Gerek yok, sus sakinleşmemi bekle önce… Gerek yok.

10. Hı hı

Bu kelimeyi söylerken kesinlikle karşındakinin gözlerine bakmayız. Uzağa boş boş bakışlar atarak söyleriz ki o anlamsız iki heceye olabildiğince anlam yükleyelim. Dudakları birleştirip, başımızı yukarı aşağı sallayarak “hı hıı bittin olum sen” hissini uyandırırız karşı tarafa.


DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...
 
2009 Template Scrap Rústico|