30 Nisan 2011 Cumartesi

CAN DÜNDAR


Çimlerle buluşmak için düzgün havayı, kırda öpüşmek için doğru sevdayı beklemeyin. 
Hep ertelediğiniz pikniğin günü bugün...
"Haftaya giderim" dediklerinizi ziyarete gidin acilen.
Haftaya orada olmayabilirler.
Babanızın elini öpecekseniz, oğlunuzu lunaparka götürecekseniz, aşkınızı ilan edecekseniz
şimdi yapın!

Can Dündar
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

25 Nisan 2011 Pazartesi

CESARETİN BİTTİĞİ YERDE ESARET BAŞLAR !...





Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar..

Bir Hint masalına göre, kediden korktuğu için devamlı endişe içinde yasayan bir fare vardır.
Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür.
Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
Onu eski haline döndürür. Ve der ki,”Sen cesaretsiz ve korkak birisin.
Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”

Ünlü yazar Shakspeare, bu konuda söyle diyor :

“İnsanların çoğu Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için

*Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar..

ALINTI
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

HAYATI SÜRDÜRMEK Mİ? SÜRÜNDÜRMEK Mİ?





Ev, bir yaşama biçimi midir?



Yoksa başımızı sokacak bir yer mi?



Giyinmek, yakışanı giyerek göze hoş gelmek midir?



Yoksa sadece bulduğunu üstüne atarak örtünmek mi?



Otomobil, güvenliği, duruşu, şekli ile seni taşıması mıdır?



Yoksa sadece ayağını yerden kesen bir şey mi?



İş, isteyerek yaptığınız, severek gittiğiniz bir yer mi?



Yoksa sadece parası için gitmek zorunda olduğunuz bir yer mi ?



Sözün özü; birincisinde yaşadığınız hayatı sürer diğerinde ise süründürürsünüz



Zira üç günlük dünyayı güzelleştirmek de elimizde, zehir etmek de



Yazın kendini hissettirmeye başladığı günlerde, eğer evinizin balkonunu ya da bahçenizi temizlemek ve akşam oturmalarınıza bir mekan oluşturmak gibi bir heyecan varsa içinizde;



bu sevmektir hayatı



Yazlık kıyafetlerinizi çıkartırken çok severek aldığınız ve unuttuğunuz bir gömlek yüzünüze bir hoşluk bırakıyor ve bir an önce giymek için içinizde bir kıpırtı duyuyorsanız;



bu giyinmektir hayatı



Bir Pazar sabahı, evinizin önünde eşiniz ve çocuklarınızla arabanızı kendiniz yıkamak geçiyorsa içinizden ve hafta içinde bunun için özel yıkama aparat ve deterjanı almak için zaman harcamışsanız kendinize,



bu sürmektir hayatı



Ve bütün bunları paylaşmak adına, balkona çağırdığınız eşiniz/sevdiğiniz gelir ve aynı heyecanı paylaşırsa sizinle,



Giydiğiniz yazlık kıyafeti nasıl olmuş diye sorduğunuzda, çok yakışmışı duymuşsanız içinizde



Siz arabayı yıkamaya çıkarken hadi ben de çay getireyim diyerek gözlerinin içi ile güldüyse yüreğinize



Bu hayatın kıymetini bilin ve tuttuğunuz yerden bırakmayın işte



Çünkü bu; hayatı en huzurlu şekilde sürmektir



Eğer bunların hiçbirinin sizin için hiçbir anlamı yoksa,



Bilin ki bu da hayatı sadece sürüklemektir.



Alıntı
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

NEŞELİ OLMAK





Kimse çocuklarının dans etmesine, şarkı söylemesine, bağırmasına ve zıplamasına izin vermez.



Önemsiz nedenler yüzünden

— belki bir şey kırılabilir, eğer yağmurda dışarı fırlarlarsa elbiseleri ıslanabilir

— bu küçük şeyler için muhteşem bir manevi nitelik, neşe tamamıyla yok edilir.



Boyun eğen çocuk, anne babası tarafından, öğretmenleri tarafından, herkes tarafından övülür ve eğlenen çocuk eleştirilir. Onun muzipliği belki tamamen zararsız olabilir ama o eleştirilir çünkü potansiyel olarak bir başkaldırı tehlikesi vardır. Şayet çocuk muzip olma özgürlüğüne tamamıyla sahip olarak büyümeye devam ederse, o bir asiye dönüşecektir. O kolaylıkla köleleştirilemez; insanları yok etmek için ya da kendisini yok etmek için kolaylıkla orduya alınamayacaktır.



Asi çocuk asi bir gence dönüşecektir. O zaman ona evliliği dayatamazsın; o zaman ona belirli bir işi dayatamazsın; o zaman çocuğa anne babasının yerine getirilmemiş arzularını ve özlemlerini yerine getirmesi için dayatma yapamazsın. Asi genç kendi yolundan gidecektir. O hayatını en derindeki kendi arzularına göre yaşayacaktır; başka birisinin ideallerine göre değil.



Tüm bu nedenler için muziplik bastırılır, en başından ezilir. Senin doğana asla söz hakkı verilmez. Yavaş yavaş kendi içinde ölü bir çocuk taşımaya başlarsın. İçindeki bu ölü çocuk senin espri anlayışını yok eder: Tüm kalbinle gülemezsin, oynayamazsın, hayatın küçük şeylerinden keyif alamazsın. O kadar ciddileşirsin ki hayatın genişlemektense büzüşmeye başlar.



Hayat her an kıymetli bir yaratıcılık olmalı. Ne yarattığın önemli değildir

— deniz kıyısında kumdan bir kale olabilir

— ama yaptığın şey ne olursa olsun senin neşenden ve coşkundan çıkmalıdır.

alıntı
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

23 Nisan 2011 Cumartesi

"İkimiz Birden Sevinebiliriz Göğe Bakalım"








Turgut Uyar,
"ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim"
diyor.
Bu böyledir, her şeyi, herkesi sonradan öğreniriz. Asıl cehalet, bilginin gücüne tapınmaktır. Güce güvenmektir. Güçlüye yamanmaktır. Ne denli 'bilgili' ve 'güçlü' olursak olalım, gerçekte, bizi, yaşadığımız dünyayı, kainatı ve varlığı kuşatan Mutlak Alim'in huzurunda alabildiğine cahil ve çaresiziz. Bu esası yitirdiğimizde, bilgisizliğe ve vicdansızlığa düşeriz. Asıl güç, güçsüzlüktedir, haklılıktadır. Adalet, merhamet ve Hakikat'e sadakatten daha büyük bir güç yoktur. Zira, bu, Asıl Güç Sahibi'ne dayanmak, kendi sorumluluk ve yükümlülüklerimizi yerine getirdikten sonra, işimizi O'na havale etmektir. Bu bağlamda büyük bilge Rabiatü'l-Adeviyye'nin, Hasan-ı Basri'ye söylediği sözü anmanın vaktidir : 'İnsanın benlik iddiasından daha büyük günah mı olur?' Bu sırdandır ki, modern Türk Şiirinin yıldızlarından Turgut Uyar, 'Divan'ındaki tevhit'te şöyle der : "özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir/özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa/güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın/kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır/bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın/ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir/senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi/her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi/tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın/aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir"
Kibriya, Allah'a özgüdür. Konevi, Kırk Hadis şerhinde, kibrin, örneğin büyük günahlardan olan zinadan daha şiddetli bir cezayı hak ettiğini söyler. Zira kibir, Kebir ve Ekber Olan'a karşı büyüklenmek, İlahi olan bir vasfı sahiplenmektir. Kibriya sadece O'na özgüdür ve kibirlenen insan, örtük olarak Tanrılık iddia etmektedir. Kibrin, bu anlamda mesela alkollü içki kullanmak veya evlilik dışı ilişki kurmaktan daha çürütücü olduğu söylenebilir. Konevi'nin ifadelerini ödünç alarak söylersek, Kibr, Allah'ın zorunlu vasfı, insanın ise çürüten ve helak eden niteliğidir.Büyük düşünür Wıttgensteın'ın dediği gibi, 'şeylerin nasıl olduğu değildir gizemli olan, olduğudur.' Hayatın özündeki gizemi, ancak, ruhsal bilincimiz parçalandığında fark etmeye başlarız. Bu ise, rutin dışına çıkmamızla mümkün hale gelebilir. Rutin dışına çıkmak, egomuzu şişiren ve kışkırtan dalkavukluklardan, minik 'başarılarımızdan ötürü bizi pohpohlayan dost çehreli düşmanlardan uzak durmakla, büyüklüğünün gereğinin tevazu olduğunu bilmekle ve yaşamakla, O'nun sonsuz ve Mutlak Kudreti karşısında acz ve çaresizliğimizin sonsuzluğunu kavramakla mümkündür. Biz, irademizle rutin dışına çıkmayı başaramaz isek, Allah bir tedip sillesiyle, bir musibet, Bizim 'kültürümüz', altmışlı yıllardan itibaren aşırı biçimde politize olduğundan, her şeyi ve herkesi politik kalıplarla algılamaya başladık. Sosyolojik anlamını da içerir biçimde kullandığımızda, 'çıkar' eksenli ilişkiler kuran birey ve toplulukların düçar olduğu bu hal, yaşamın özündeki şiirsel mantığı adım adım kaybettirir. İlişkilerini çıkara dayalı olarak kurmaya çalışanlar, zekasını kurnazlıkta kullanan zavallılardır. Onların kelimeleri ve eylemleri geçersiz ve etkisizdir. Sonuç vermez, insanlığa bir hayrı olmaz. Ülkemizde bu ahlaki çürümenin giderek derinleştiğini ve yaygınlaştığını görebiliyoruz. Bediüzzaman, 'bir gemide dokuz cani bir masum bulunsa o gemi kanun-ı adaletle batırılamaz' demişti. Bu kozmik adalet ilkesini bugün ilişkilerimizde tahayyül bile edemiyoruz. Bir insanda dokuz masum bir cani sıfat bulunsa, o insan tümüyle kötü görülmemeli...Bu ahlaki tutumun kıyısından dahi geçemiyoruz. Birbirine karşı gardını güçlendiren toplumsal bloklar, insana yakışan bir konuşmayı, bir dili ortadan kaldırıyor. Seçkinler dahi ötekileştirici, duygusal ve iletişimi tıkayan, karşılıklı konuşmayı engelleyen bir dile doğru savruluyorlar. Bu, zaten yalnızlaşan, parçalanan, aşırı biçimde bireyselleşen modern insanın yalnızlığını daha da artırıyor. Zarifoğlu, daha soyut düzeyde söylüyordu ama, bunu da kuşatıyordu : "ah şu yalnızlık/kemik gibi/ne yanına dönsen batar" derken...
İbn Arabi'nin bir anısını hatırlıyorum. Gezgin'e aldığım bu olay, Kurtuba'da geçer. Bilge, halvete girer. İtikafta birkaç hafta geçirmekte iken, dostu Abdullah, yalnız kaldığı odaya ansızın girer. Şeyh, birden sıçrar, kendine gelir ve dostunu görünce şaşırır. Abdullah, özür diler ve nolduğunu sorar. İbn Arabi şöyle cevap verir : 'Sen gelesiye Sevgili'mle baş başa idim, sen gelince yalnızlığa düştüm.' Demek ki, asıl yalnızlık, O'nunla ilginin kesilmesidir.
İnsana kemik gibi batan da budur. O'nun rızasını tahsil edemeyen sözler, eylemler ve ilişkiler boştur, anlamsızdır ve insanın yalnızlaşmasıdır. Turgut Uyar, bu yüzden bir şiirinde, 'ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım' der. Göğe bakmak, modern zamanlarda insanın yitirdiği bir haldir. Gök, insanı, dünyayı ve aşağı alemi çevreleyen üst alemdir. İnsanın gökle temasını yitirmesi, egosuna gömülmesi, egosantrik hayalciliğin pençesinde kıvranması durumunda çevresine nasıl kükürtlü bir duman yaydığını, gündelik yaşamımızda her an gözlememiz mümkündür. Oysa insan, 'yalnız gibi'dir, 'ağaçlar gibi'dir, yeter ki göğe baksın : Göğe bakınca, arzdaki küçük hesaplar, kurnazlıklar, insana yakışmayan kibir, haset, kıskançlık ve öfkeler, yalanlar, hileler, dolaplar, sadece kendini düşünmeler, ayak oyunları ve akıl tutulmalarının nasıl birer parazit olduğunu da görecektir. Gök bize, her şeyin içyüzünü gösterir. İnsanın göğü de kalbidir. Kalbe ait olmayan kötücül duyguların ve ruha uymayan küçük hesapların, ayak oyunlarının insanı ve yaşadığı dünyayı nasıl kirlettiğini sadece kalp söyleyebilir. 'Bunda kalp sahibi olanlar için öğüt vardır' emri bunu ima eder. Çünkü kalp, sınırsızdır, inhisar kabul etmez ve hakikati kuşatabilir. Çünkü kalbin Sahibi yere göğe sığmamış, inanmış kulun gönlüne sığmıştır.
Kalbi ise besmeleyle açmalı ve istiğfarla yıkamalı :
"çünkü besmeleyle başladı/çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa/çünkü imanla çok şeylere çağrıldık gözümüz/dağlarda kaldı eşya geride kaldı/dünya arkada bırakıldı/bir diş gibi ayrıldık çenemizden/dil çağı kapandı göz bağı koptu/bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci değil
çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu/içinde zalimlerin asılma sahneleri
içinde kan akıtanların kanlarının seli/içinde mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri/çünkü tövbe edildi izin verildi besmeleyle başlandı/sevgilinin elinde dertler hoş/bilene/çamur çamur olarak
tekme tekme olarak/ongündür ve kırık gündür daha/aç acına ayakta aç durmak olarak kaydedildi/sevgilinin elinden bağış ve kefaret olarak/bilindi/kabul edildi/razı olundu
ağlanmadı/ (...) ağıt güzel vakitlerindedir/estağfirullaaaaaallah ve işte böyle uzatarak
kalbim aç/etim yanık/dünya diz çöktüğüm yer kadardır, dizimin yanınıda bir diz/dizimin yanında bir diz sağdan bir iki üç/dört beş altı yedi soldan bir iki üç/dört beş altı yedi
bir sana bir sana... avucunu aç avucunu kapa/dilini tut aklını kravatın gibi çöz at/şimdi bir damla gözyaşı bir iri yakut"

alıntı
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

16 Nisan 2011 Cumartesi

KALP




Seni bana kalp diye koymuşlar
Beni sana gidiş hazırlığı...
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

15 Nisan 2011 Cuma

KULAĞIMIZA KÜPE SÖZLER




*Her insanın hayatında mutluluğa kavuşabilmesi için verilmiş bir saat vardır. İş, o saati kaçırmamakta… (B. Fletcher)

* İnsan iki şeyi saklayamaz: Sarhoş olduğunu ve aşık olduğunu. (Antiphanes)

* Kazanmadan önce hak ettiğinize inanın. (Mike Ditka)

* İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını önemser. (Malcolm Forbes)

* Arkadaşlık aşktan daha zordur… Çünkü daha uzun sürer… (Harry Truman)

* Oyunu kaybederseniz kuralı değiştirin (Murphy)

* Kadın, erkeğin ilgisinden çok ilgisizliğine karşı duyarlıdır. (Jules Janin)

* Bir anne oğlunu adam etmek için 20 yıl uğraşır, bir başka kadın adamın 20 dakikada aklını başından alır. (Anonim)

* İnsan, gülümseyiş ile gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. (Byron)

* En büyük başarı insanın hayatı olabildiğince yaşayabilmesidir. (M. Christopher)

* Hiç bir kadın bir adamla parası için evlenmez. Kadınlar bir milyonerle evlenmeden önce, ona aşık olacak kadar akıllıdır. (Cesare Pavese)

* Dostluk para gibidir, elde edilmesi kolay korunması zor. (Samuel Buttler)

* Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse akıllıdır. (Lao-Tsze)

* Allah beni yandaşlarımdan korusun; ben kendimi düşmanlarımdan nasılsa koruyabilirim. (Marshall de Villars)

* Dans pistinde de, hayattaki gibi, ancak partneriniz kadar iyi olabilirsiniz. (Robin Marantz)

* Para her şeyi yapar diyen adam, Para için her şeyi yapan adamdır. (Benjamin Franklin)

* Malı ve parayı hor gören çoktur, ama veren az. (Rochefoucauld) * Cennete varana dek talihine güvenme. (Filipin Sözü)

* Eğer size yalan söylenmesini istemiyorsanız, soru sormayın. (B. Traven)

* Konuşurken hiçbir şey öğrenemezsiniz. (Lyndon B. Johnson)

* “İyi bir insan olmak” ile “iyi bir yurttaş olmak” asla ayni şey degildir. (Aristo)

* Bize cazip gelen kavgadır, zafer değil. (Pascal)

* Şehir, halkın hep birlikte yalnız kaldığı ortamdır. (Prochnow)

* Bir yerdeki haksızlık, adalet için her yerde tehlikedir. (Martin Luther King)

* İnsanlar çıkarları için hakları için olduğundan daha gayretli savaşır. (Napolyon)

* Bir klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak kimsenin okumayı istemediği eserdir. (Mark Twain)

* Tecrübe eski hatalarımızı tekrarlamamızı önler, yeni hatalar yapmamamızı sağlar. (Anonim)

* Siz fırsat vermezseniz, kimse sizi aşağılayamaz. (E. Roosevelt)

* Oyun bittiği zaman şah da piyon da aynı kutuya atılır. (Italyan atasözü)

* Tecrübe büyük avantajdır. Ancak kazandığımız zaman onu kullanmayacak kadar yaşlısınızdır çoğunlukla. (Jimmy Connors)

* Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. (Joe Louis)

* Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir. (Konfiçyüs)



ALINTI
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

13 Nisan 2011 Çarşamba

Eğitim mi yoksa Karakter mi ?





Padişah vezire sormuş:
vezir! demiş cibiliyetmi egitim mi ?
-eğitim mi önemli cibiliyet (soy-sop-mezhep) mi?
vezir düşünmeden cevap vermiş:
-cibiliyet padişahım.
padişah memleketin her yerine tellallar çağırtmış.
-duyduk duymadık demeyin en iyi hayvan eğiticisine yüz kese altın... en iyi hayvan eğiticisi padişahın huzuruna çıkarılmış. padişah hayvan eğiticisine sormuş:
-bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin?
-altı ayda öğretirim padişahım.
altı ay dolmuş, huzura alınmış. padişah:
-öğrettin mi?
-öğrettim padişahım.
saray erkanı toplanmış, kedi elinde tepsi servis yapmaya başlamış, tam vezirin önüne gelmiş; padişah yine vezire sormuş:
vezir! demiş. -eğitim mi önemlidir cibiliyet mi?
vezir padişahın sorusuna cevap vermeden önce cebinde hazır tuttuğu fareyi yere bırakmış. kedi tepsiyi attığı gibi farenin peşinde koşmaya başlamış. tabi altı aylık eğitimde boşa gitmiş.
vezir cevap vermiş.
-cibiliyet padişahım. Önüne bir fare düştüğünde, eline bir fırsat geçtiğinde, çıkarı için vatanını satmaktan,halkını harcamaktan tereddüt etmeyecek yüksek eğitimli kedilerden, Rabbimiz bu memleketi, bu milleti muhafaza kılsın.

alıntı
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

12 Nisan 2011 Salı

Mavi Lâle / Nazan Bekiroğlu







Ay’ı deniz üzerinde hiç görmedim. Bir denizim olsaydı; deniz yekpareyse aynasına düşürdüğü görüntü de tektir, bunu baştan bilirdim. Yolum uzundu oysa. Bir kuyunun derinliğindeki suyun üzerinden gülümserken ay bana, kuyu adedince çoğalan ay’ın gökte bir olduğunu öğrendim. Hep bir olduğunu fark ettim. Kıvama böyle geldim.

Kıvamın da üzerinde kıvam var. Bir hayat bölünürken gözlerinim tam önünde ve tam orta yerinden ikiye, kıvamın da üzerindeki kıvamı öğrendim. Bütün bağlılıkların da üstündeki bağı öğrendiğimde, razılığın ne anlama geldiğini öğrendim. Razılığın gelecek gibi geçmişe de yürüdüğü gün bütün düğümler çözüldü.

Düğümler çözülünce: Ahşap kapı. Sade çizgilerle oyulmuş kapı tokmağı. Su değdiğinde sardunyanın kokusunu saldığı ağustos sabahı. Suyu ilk kez tanıyan çocuğun, şefkatin kutsayıcı gözü önündeki üryanlığı kadar hakikattim. Peçesiz ve perdesiz. Hayat kadar güzeldim. Güzelin, güzel gösterilen; bilinenin, öğretilen olduğunu fark ettim.

Yazıcıya sitemimdir. Artık diyorum, bunca anlattıktan sonra ben, pembe çiçeklerinin rengini kendi gözlerinizle göreceğiniz bir kiraz ağacı dikseniz, yitik de olsa bir bahçenin köşesine. Şöyle kuyunun tam üzerine. Yazıcıların da gün gelip kiraz ağaçlarından öğreneceği şeylerin var olduğunu bilseniz.

Ya Fettah, aç artık kapıları. Ya Basit, çöz dilimin bağını. Ya Rezzak, ver, nasibim ne ise.

Ya Vedüd!

Gözümün yaşını eksik etme. Çiçeğimi al razıyım. Ben ki Yusuf’unu yitirmiş bir kuyunun üzerine eğilmiş pembe çiçekli bir kiraz ağacıyım.

Bir kuyum vardı. Bir de Yusuf’um. Sahibinin ölümünden sonra da açık kalacak bir amel defteri olarak toprağa armağan edilmiştim. Gün geçti. Kat karşılığı müteahhite verildim.

Mavi Lâle / Nazan Bekiroğlu

DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

1 Nisan 2011 Cuma

SEVDİM VE ÖĞRENDİM






Önce sevdim. Sevdiğimi öğrendim, sevebileceğimi farkettim. Sevdikçe kendimi kainatla topladığımı gördüm.

Affetmeyi öğrendim: Affetmenin, dostlarımı 10la çarpmak olduğunu fark ettim.

Pişman oldum: Pişman olduğumu itiraf ettim; pişman oldukça hatalarımı küçük, anlaşılır ve bağışlanabilir parçalara bölebildiğimi gördüm.

Hatırlamayı öğrendim: Hatırladıkça sevgilerimin kare kökünü bulup, onlardan hüzün çıkardığımı fark ettim.

Değer vermesini öğrendim: Değer verdikçe sevgilerin küpünü bulup, onları mutlulukla çarpabileceğimi gördüm.

İltifat etmesini öğrendim: İltifat ettikçe insanlarla aramdaki en kısa mesafenin bir tebessümün resmettiği bir çizgi olduğunu gördüm.


Özür dilemeyi öğrendim: Özür diledikçe nefretin ve öfkenin sonsuza bölündüğünü böylece dargınlıkların limit sıfıra giderken yok olduğunu fark ettim.

Hüzünlendim: Hüznü sevdim, hüznün kalbime dokunmasına izin verdim.
Böylece bütün mutlulukların ve zevklerin sonunda ayrılık çizgisine teğet geçip geri döndüğünü gördüm.

Ve bir gün öleceğim: Kesinlikle öleceğim ve öldüğüm gün anlayacağım ki; yaşadığım hayat, paydası sonsuzluk olan basit bir kesirden ibaretmiş.

Tüm bu işlemlerin sağlamasını yapmak isterseniz, kalbinize bir bakın.

Senai Demirci
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...
 
2009 Template Scrap Rústico|