26 Eylül 2010 Pazar

BULUŞMAK ÜZERE





Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor ...mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

CAN YÜCEL
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

22 Eylül 2010 Çarşamba

William Shakespeare


Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
Uzaklaşma şirin yarim.
...Yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
Her tanrı kulu bunu bilir.

Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde.
Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hala,
Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah:
Öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim,
Ömrü pek azdır gençliğin.
William Shakespeare
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Halide Edip Adıvar / İstanbul


Bir gün acıktım İstanbul'a
Yürüdüm baştan başa.
Herşey yabancı, herşey başka
Yüzler başkaşka, insanlar başka
...
karanlık yüzler,
Kırmızı gözler yalancı
İstanbul artık,
Bize bile yabancı.

Eskiden öylemiydi?
İstanbul çıksa dolmazdı caddeleri
Herkes birbirini sever,
Selam verir, gülerdi.

Yalan olmuş herşey yalan.
İstanbul'um talan olmuş
Şimdi İstanbul dertli,
İstanbul yanık.
Bu gün istanbul'u tanıyamadık.
HALİDE EDİP ADIVAR
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Can Yücel / Herşey Sende Gizli


Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
...Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
CAN YÜCEL
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

A.Behramoğlu-Başka Biri Olacaksın


Başka biri olacaksın istemesen de
Tenine başka bir ten dokunduğunda
Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle
Başka bir nefesle karıştğında nefesin
...
Başka biri olacaksın istemesen de
Gece uykunda ya da gün ortasında
İrkileceksin apansız bir duyguyla
Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi

Başka biri olacaksın istemesen de
Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin
Tüketecek ömürlerini birer birer
Değişecek yeri bir dolabın, pencerede bir çiçeğin

Başka biri olacaksın istemesen de
Dudaklarında benden sonraki bir çizgi
Tanımadığım bir ton gülüşünde
Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin

Sonra, sonra başka birisin…

ATAOL BEHRAMOĞLU
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Ü.Yaşar Oğuzcan-Bir Gün Anlarsın


Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
...Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Cemal Süreya - Güzelleme


Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
...Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmışsın
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur

İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya

Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıya gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.

CEMAL SÜREYA
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Cemal Süreya / Biliyorum Sana Giden


Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
...İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

CEMAL SÜREYA
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Can Dündar - İyi Düşünün


Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç Gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
...Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç Suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e
bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine Acele edin.
Er veya geç Çimenler yayılacak üzerinize


CAN DÜNDAR
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

21 Eylül 2010 Salı

KÖRDÜĞÜM


Yüreğini hazırlamamıştı oysa karanlığa.
Yalnızlığın ilk tokadı da beklediğinden erken çalmıştı kapısını.
Mazinin mezarında iki genç kalp çarpıntısında yitmişlerdi.
İki bakış ışın olup delmişti nice yılları.
Genç kadının elinde bir aşk bohçası…
Genç adamın elinde aşk bohçasının düğümü.
Kördüğüme dönüşüp hiç bitmemeliydi oysa.
‘Muhayyel’ bir yastıkta aşkın kırk yılları.
Evlenilirdi.
Bir yıl sonra çoluk çocuğa karışmışlığın uykusuz geceleriyle adımlanılırdı günler.
Yüzükle taçlandırılan geri dönüşümsüz birliktelik .
Siyah – beyaz resimlerde canlanırdı el ele tutuşmalar.
Hani o ‘hayali cihan değer’in ışıltısı mı vuran buğuyla kaplanmış odamızın camına?
Aynı anda aynı duayı geçirirdik içimizden.
Öz kızımızın el oğlu kocasına, öz oğlumuzun el kızı karısına ALLAH muhtaç etmesin.
Şu yalan dünyanın yalan günlerinde diye.
Allah’tan gecinden versin dileyerek ölümü dileyişimizdi.
Biz ki aynı anda bu çilekeş yılların tek şahidi bedenleri (ayrı gayrı değil birlikte
acımıza göz yaşımız düşmesin diye) terketmek için iştiyak ederdik.
Ağız dolusu
aminlerimiz vardı bu yüzden.
Sağlığımızda elimizden tutmayan çocuklarımız, ölüme yaklaştığımızda da çalarlar
mıydı ki kapımızı?
Sıcak bir tas çorbaya hasret bırakırlarmıydı ki?
Oyun bozanlık edip ilk önce sen terk ettin beni…
Gergin tenimiz, gevşekleşerek yeni çizgilere yer açmaya yeltendiğinde;
gençliğimize nasılda güvenmiştik.
Ayrı ırmakların birleştiricisi deltaları olmuştuk.
Bizdik yeten birbirimize.
Sanki etrafımızı kuşatan şu yeşil örtü, bizden daha fazla mı yaşamıştı kesreti.
Bizim yok muydu sanki çiy tanelerimiz.
Sevgi sözlerimiz birer katre değil miydi (?)
Yüreğimizde biriken….
Bakma, sensiz de mutluyum çok mutluyum deyişime.
Vazodaki yapma çiçeler toz içinde.
Memlekete gitmeye ayaklarım varmıyor.
Alın terinle yetiştirdiğin bahçedeki bir tek çiçeğe dahi uzatamıyorum elimi.
Bakma sensiz de mutluyum deyişime.
Bu sözlerim sana kırgınlığımdan.
Bu sözlerim seni kaybolmamış, seni var saydığımdan.
Gözlerindeki ışıltılar, kar taneleri gibi biri diğerinin aynı olamayan sekillerle
süslenirdi.
Evet, kördüğüm olmalıydık ve hiç bitmemeliydi öykümüz.
Bakmaya doyamaz, baktıkça dalar, daldıkça içindeki boşluğa.
Yüreğinin ne kadar dipsiz bir kuyu olduğuna şahitlik ederdim…
EMİNE GÖL YILMAZ
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

NERELERDESİN



Gökyüzünde güneş doğardı içimde sen. 
Ardından kalbimde tomurcuklanmalar başlardı. 
İlk bakış, ilk yara mıydı bu? 
Sözümün gönlüne aksi düşünce aynılaşma  başlar sanmıştım, sırrını gizlediğindim. 
Sevdan silineli yıllar oldu. 
Ben hala aynı, farkındalık arıyorum gitgide. 
Yalnızlığıma kılıftın, gözyaşlarımı silecek naif ellerini ahh bulabilsem!
Seccaden yine aynı yerinde. 
Hiçbirşey değişmedi, yakıp yıkıp gitsen de yokluğun ziyadesiyle acıtıyor içimi, bitmiyor işte. 
Unutulmak yetmiyor, unutamıyorum. 
Gözyaşım katren olsaydı.
Sevdam kuyuda yusuf, yitmezdim belki böyle bir ela gözlüye.
Saksımdaki çiçeğimdin.
İçimdeki toprağın, yalnızlık vurdu mu bizi böylesi kara bir gecede?
Kaşla göz arası içime  dokuduğum sevdam. 
Gözlerin gönlüme serilen ipek bir yorgan gibiydi. 
Düşlerim kelimelerin esiri olmuş boğuşurken. 
Sevdamı kuşlara kanat etmiştim, nereden bilirdim göç mevsimi erken uğramış yurduma.
Sen gibiydim.
Benliğimden uzak kıtalara savrulmuştum. 
Ben gibiydin. 
Bizlikten  hiç olmamacasına uzakta. 
Yıllarca peşinden sürüklenen küçük bir çocuktum, içimdeki çocuğu hiç büyütmeyen. 
Öyle ya gözlerinde mıhlanmamı birer milat sayabilir miydim?
Yine kimsesizlğin koynunda alacakaranlık bir kabus görmekteydim. 
Ödüllerin  katmerli birer ayrılık mıydı bana? 
Ne batınında mutluluğa, ne zahirinde kederle dans edişimizin şavkı vururdu vuslata. 
Bu kadar aşina, bu kadar yakıcı olabilir miydi (?) ayrılığın bize yansıyan yüzü?
Zamansızdık; büyük kentlerin kocaman yüreklerini bir araya getirmesiyle iki gencin masalı mıydı  başlayan? 
Uyumsuz tenlerin başkalaşan kader arayışlarına karışan tiz çığlıklarımız umutlarımızın noktalanmasıyla bizi sırtımızdaki kamburumuza vurarak uçurumdan itiverirken; dilek tutardım noktalanmasındı sevdamız. 
Gündüşümü yakıp kavuran bu firak avuçları içinde daha ne kadar kanatabilirdi ki beni?
Nerelerdesin? 
Dizginlerini yitirdiğim kayıp zamanımdın sen….
Emine Göl Yılmaz
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

GÜLÜM



Konar geçer sevdalarla yola çıkardık. 
Merhabaların has’ı  yüreğimizde sıcaklığını hissettiğimizdi . 
Yıkılmak bilmezdi umutlarımız . 
Çare arardık bugünün batağa saplanmış sancılarına .
Ana sütü gibi helaldi gözyaşlarımız. 
Kabuğu açılmamış inci tanesi sarhoşluğunda. 
Daüssıla hüznü yerleşen kalbimizle acılara dimdik karşı koymayı bildik.
Sevdaydı. Dirençti. Kindi. İhanetti. Yuva yıkanlara baş kaldırmaktı en asil davranış.
Bir bağlılıktı ki, onuru korumaya değer. Bir sevdaydı bağ bozumlarında ilk bakış.
Bir fidanın ilk sürgünü, bir baş eğmezin türkü mırıldanışı gibi.
Bir sevdaydı; kalbinde yerimin hep var, hep sıcak olduğunu bildiren
Onur için hep savaşmak gerekirdi. Kurşun yerine hep gül dağıtmaktı ellere.
Parmakların basıp da kanlar akıtmayacağı, yuvaları söndürmeyeceği; bir asırlık ömürleri ateşleyip, dile kolay anılarda bir saniyede geçiştirilemeyeceği, silahların üretilmediği ve üretilmemesi için ayak diremenin adıydı.
Gülüm demişti ve öyle yazmıştı kağıda.
Son sözü bu olmamalıydı….
 
EMİNE GÖL YILMAZ
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Bir Karı-Kocanın aynı gün günlüğe yazdıkları


 
 
KADININ GÜNLÜĞÜNE YAZDIKLARI
Bugün üç yıl bitti.

Onun karşısına gelinlikle çıktığım günkü kadar mutluyum. Tanrım, onu ne kadar seviyorum.
...
Mükemmel bir erkek,cazibeli, yakışıklı, anlayışlı,sevecen, her şey var.

Bugün Cumartesi,bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin.

En sevdiği yemek olan pastırmalı Kurufasulye ile pilav yapıyorum.

Pişti, demleniyor.

Banyo yaptım, en sevdiği kıyafeti giydim.

Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız...

Eve geldi sonunda.
Beni öpüşü biraz soğuktu, aklı başka yerde sanki.

Aman Tanrım, yoksa?

Tüm cilvelerime rağmen, bana yanaşmadı. Arkadaşlarıyla ne yaptığını sordum, ağzında birşeyler geveledi.

Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu, ama hala dalgın, hala uzak, hala kabuğuna çekilmiş.

Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor. Benden genç mi acaba?
İşyerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın?

Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım 'neyin var?'
diye sordum. Gülümsedi, zoraki bir gülümseme, acı dolu, uzaklık dolu.. 'Yok birşeyim' diye geçiştirdi.

O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum, daha dün bana ebediyete kadar benimle olmak istediğini söylüyordu.

Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile.

Belki de kilo alıyorum. Çok mu vır vır yapıyorum? Elini tuttum. Elimi okşadı,ama eller hissiz, parmak uçları soğuk... Stepe başlasam? Çocuk istesem? Yalan, yalan, yalan.

Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar.
Bitti...Bittti...Bitti. Tanrım, ölmek istiyorum. Kendimi son kez onun kollarına attım. Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım.

Kocanın Günlüğüne yazdıkları :


Öff be, GALATASARAY yine yenildi. Ama, kuru fasülye güzeldi.


...erkekler kalem gibidir...ne kadar ince gözükseler de ham maddeleri odundur.
 
ALINTI
 
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

16 Eylül 2010 Perşembe

SEN

Göç yolunu yitirmiş kuşlar gibi aynı solgun resme bakıyoruz, kirlenmiş nazarlarımızla. Ve sen ayrılık ipini boynuma geçirdiğinden beri; eksilmiyor saatleri kocaman oldu geceler. Ey gönlümün sağır sultanı, hiçlere karışmadan gel. Sevdamı yele fısıldamadan gel. Gel ki gönlümün gözü açılsın. Gel ki perdesini kapadığım dünyam aydınlığa bulaşsın. Yüreğimi cam kırıklarıyla süslediğinden beri, yüzümdeki çizgilerin derinliğinin artığını farkettim. Kırılganlığım, bakışlarımdaki çaresizliği yine tokat gibi çarptı gönlüme. Sessizliğe yanlızlığıma gömülüyorum.
ACI !….
“Her sözünün tanımı olmalıydı.”
Kuş uykusuna yatmış biçaresiz sevdam daha niye acılara gark olup uykusunu bölmek istemeyecekti. Hangi yollarla ayaklarımı buluşturduysam,adımlarım hep ıslak. Hangi bakışı yüreğimden bir ses kabul ettiysem, hep yarım kalıyorum.
Zamansızlıkla harmanladığım yüreğim bir nokta arasa kendini kilitleyecek; çığın ezip geçtiği bir patika olur umutlarım. Avuçlarımda okşama hazzı hissetsem, dokunduğum saçların hep günleri sayılı. Hangi sevdiğimin ismini cam buğusuna yazdıysam  hep yitirişim yetişti. Hangi yaşlının elini öpüp helallik istediysem, hasret bağları çoktan kördüğüm olmuştu bile. Günün her hangi bir saatinde, duyduğum merhaba’yı canımdan bir parça bildiysem; değil bir fidan dikmek, sürgünler dahi hayata küsüverdi.
Yalnız kalışımın ilk demlerinde içsel konuşmalarımın düşsel tanığı oldum. Gençlik rüzgarlarında bende olup savrulmaktı yaşlı hayal bulutumun emeli. İltimaz bahçesinde, iltimas göremeyenlerdik.
Ben ki seni sevdiğimi bir tek senden gizledim. Yağmur yağardı. İçimdeydi aşkın. Geçen günlerin sarhoşluğuyla ağırlaşırdı habire sensiz çilekeş benliğim. Sen vefasız uzakların kucağında, ben dert hanemde yalnızlığa gebe.
Yoğrulurdu gecem, yoğrulurdum derdinle. Kör düğümlerle sarmaş dolaş olmuştur, çakışmıştır yolumuz. Yüreğim midye kabukları, incisi sen. Ben papatya; sevdiğimi anlaman için kolundan kanadından geçmiş, falı bakılan ben. Ben sağır dilsiz bir kuyu; çıkrığım, kovam, can suyum “SEN”.

EMİNE GÖL YILMAZ
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

BOŞLUKLARDA YANKI GİBİ

Senin çizdiğin yol çizgisi benim yolumdan geçmezdi.
Yolu ayrılığa uzatan kalbin yansıması dudaklarından dökülen kelimelerdi.
Yalnızlığıma sürüklemiştin beni, yedi yabancı yıllara sürüklenmiştim….
Yitmek aynı odanın
sonsuzluğunda…
Kılıçtan keskin sözlerinle
kırdın geçirdin ne varsa sana dair içimde.
Şimdi yıkıntılarımda berheva olmuş gençliğimi arıyorum
Böylesine düşman eden bizi neydi?
Benim sana olan aşkım mı?
Senin bana olan nefretin mi?
Hiçbiri mi?
Şimdi boşluklarda yankı gibi…
Yokluğunla terbiye edilen mi yoksa umarsızlığın mı beni parçalayan…
Kör kuyuya atılan taşın ağırlığınca vuslat arzusumuydu beni perişan eden.
Acıtan içimi görünmez mi simalarına düşman olanda
yıkmayı gurur sanan,
yapmayı ayıplayan benliğinden kurtulmayı ne çok isterdim..
Titreyen yüreğimin kuş cıvıltılarıyla karışmış iç sesimi duyamıyorum artık
bitiş…
Bitişimi resmeden yüzündeki hüzün
Yoktum
Yoktun biz artık gücenmenin evrelerinde birer iz olarak kalmaya meyletmiş nice benliğinde izleri silinmişliklerdik.
Bir gün daha bitti….
Bitişim ,bitmişliğinle
gidişim gitmenin silsilelerinde
İzimi kaybettirmenin hafifliğiyle yok olmak ne çok isterdim.
Yokluğunun kıyılarını parçalarcasına savruldum adandan,
öyleki yasını yaşayamadım bile
akılsızlığıma tüm yanmalarım.
Tüm yıkıntıma rağmen alışamamak.
Gitmenin hazzını ben ve ben biliyorum.
Bu yokluk nereye kadar
Bu harabelik can yakıyor.
bu biçarelik,bu kimsesiz
bu başıboşluk ne yok olmak isteyenin yüzüne bakmayan acımasızlığın
Bilemezsin
Bilinmez
Bilmek istemezsin
Aklımla kalbimin arasındaki gel git denizinin dibine vurmaktayım
Gitlerinin canımı yakmasına izin veriyorum.
Olmayacak duaların umut vermesini istemiyorum.
İstemiyorum artık gülen yüzler görmek
Çünkü içimi acıtmanı istemiyorum.
Yok olsam anılarımı alıp gitsem.
Yıkıntımızla başbaşa kalsan.
Yokluğumuz sana terbiye olsa.
Nasılsa hep kovulan kapından bendim.
Artık bende hayatımdan, kalbimin kapılarından seni kovuyorum
Git daha dönmemecesine gideyim.
Bitmeyen dilindeki dikenlerinin yeşermesi biter belki
bu uçurumun eşiğinde, çilesinin uc noktalarının  her zerresi.
Yokluğunla olmayacak bir umut bekleyişi
Sildin bizi sevda nedir bilmeden.
Gitmenin hazzına varmak istiyorum.
Bitirmenin acısı içimi burksada
Artık ağırlaşmış bu hapislik bitmeli!..
Acına acım karşılık gelmez.
Elimde sevdalarımın  elleri
bırakmadan uzaklaşmak isteyen naçiz bedenim
nedenler hep yanılttı beni
senin saçmalıklarınla çok zaman harcadım….
EMİNE GÖL YILMAZ
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

HASRETLİĞİM

Gözlerdi sözlerin dansıyla büyülenen, ölümü hep arındırıcı olarak düşlerdik. Yansımaydı günlerin,güne bakan ikizi.
Yalnızlardık yalnızlıklarını paylaşmayı bilmeyen.
Avuç içi kadar hayatımızda varlığımızdan rahatsız olduğumuz  nice huylarımız vardı. Sakinin şerbetine hasret kaldığımız…
Bırakıp gitmekti, bırakıp geçen günün üzerimize iğnelediği izlerden kurtulmaktı.
Niceliği arıyordum. Yalanlarıyla hoş görünen dilberin; gece karası saçlarında. AVUNMAK, AĞLAMAK, SIZLAMAK, İNCİNMEK  HEPSİ VARDI ve yolun sonuna işaretti.
Aynı rüzgar savurmuştu beni, aynı kavruk yapraktım. Yakamozlarına hasret günbegün eriyen
Yılan kavi yollardı, heba olan gençliğimin dizginleri elimden yitip giden .
Sevdalardı, kavak yelleri gibi esen başımda. Cidarımızda soluk bir resim. Gülümüşüzün eprimişliğinin ağırlığıyla iki büklüm .
Soluk bir benlik nefhası. Yakası açılmadık bir güzelliğinin ben bendesi.
Yarınları beşikte büyümeyi bekleyen.
Köhne bir kaygı, silik bir hüzün, derin bir soluk alışı gençliğim .
Kardeş kuşağı gibi o saf günlerdi. O heyecandı kalp kapımızı sonuna dek açmamızı sağlayan.
O vurdumduymaz, sitemkar birbaşınalığındı.
Ve beni yalnızlığına ilikleyen HASRETLİĞİMDİN

EMİNE GÖL YILMAZ
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...
 
2009 Template Scrap Rústico|